tag:blogger.com,1999:blog-44657075355308555402024-03-08T09:45:51.987-08:00İÇERDEN MIRILDANMALARkovrinhttp://www.blogger.com/profile/03037219201135372142noreply@blogger.comBlogger23125truetag:blogger.com,1999:blog-4465707535530855540.post-62371740219779162011-07-01T09:33:00.002-07:002011-07-01T09:34:18.077-07:00Genç Entel'e Mektup 4Ben iyi alıştım oturduğum yerden atıp tutmaya. Şimdi yine sallayacağım bak ona buna.<br />Kızlar, yargısız infaz yapmayın. İnsanların sinirlerini zıplatmayın. Kızlar size diyorum, erkekler siz de anlayın. Ne bu böyle yahu? Lafın bitmesini beklemeden, anlayıp anlamadığınızdan emin olmadan, nasıl oluyor da fikir üretimine geçiyorsunuz? Fikrin bir üretilme süreci olması gerekir öncelikle. Zart diye veya zurt diye fikir mi üretilirmiş? Yok öyle dinlemeden anlamadan yargı savurmak.<br />İncir Reçeli’ni izledim de, yine farkettim önyargının nasıl bir lanet olduğunu. Yok böyle bir şey. Çok çılgın derecede artırma etkisine sahip sinir katsayısını. Öyle böyle değil pek feci hoplatıyor kızgınlık derecesini. Veya tam tersine de yol açıp, sessizce yol almanı da sağlayabiliyor. Fakat şu bir gerçek ki, iki durumda da, sağlam bir küfür geçiyor akıldan o esnada.<br />Özellikle gönül bağı kurduğunuz kişilerle olan ilişkilerinizde bu kahrolası önyargılarınızı kullanmaya devam ediyorsunuz ve ben de buna kayıtsız kalamıyorum ya, işte bu beni o zaman daha da üzüyor. Çok kırılıyorum. (Hadi ordan, kırılıyormuş. Daha karizmatik duruyor bu söylem, o yüzden ‘kırılıyorum’ dedin, kızıyorsun aslında bre palavracı.) <br />Mesele şu ki, morarmak istemiyorsak, daha iyi insan taklidi yapabilmek istiyorsak, karşımızdakini üzmemek istiyorsak, kendimizi daha bir ileri seviyede görmek istiyorsak, önyargılarımızdan kurtulmalıyız vatandaşlarım. <br />Sevgili halkım, sizi saygıyla kucaklamak isterdim ama, benim hakkımda da kim bilir nasıl önyargılar silsilesi oluşturdunuz kafanızda. Kim bilir kaç kuşak gelmişime ve geçmişime sövdünüz. O yüzden kucaklamıyorum. Zaten benim için bayılıp ayılmıyorsunuz da, hiç gerek yok. Böyle iyi.<br />Nefret edin benden, başım gözüm üstüne. Ama ne olur önyargılarınızı hoşgörü ve soğukkanlılıkla değiştirin. Gözünüzü seveyim.kovrinhttp://www.blogger.com/profile/03037219201135372142noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-4465707535530855540.post-40466972024927688622011-07-01T09:33:00.001-07:002011-07-01T09:33:38.455-07:00Genç Entel'e Mektup 3Biz gençlerin en iyi yaptığı şeylerden biri de sızlanmak. İstediğimiz bir şeyi elde edemediğimiz zaman, direk bahaneler üretip bir köşeye çekilmek ve o sırada bize yaklaşan herkese neden olmadığını anlatmaya çalışmak. Hemen suçu elimizde olmayan sebeplere atmaya bayılıyoruz. <br />Hiç düşünmüyoruz daha derinlemesine. Ya kadere yükleniyoruz, ya da onun bunun üstüne sallıyoruz başarısızlığın nedenini. Hiç demiyoruz ki arkadaş şöyle şöyle yapsaydım daha iyiydi, keşke bunu böyle değil de öyle yapsaydım. Hemen kabullenip yenilgiyi, bacaklarımızın arasına alıyoruz kuyruğumuzu. Yanlış. Yapmamalı böyle. Olmasını istediğimiz ve buna göre bir şekil verip uğraştığımız şeyi olduramayınca sakin olmalıyız, bir an hareketsiz kalıp, sadece derin bir nefes almalıyız. Bu derin nefesi de bir bardak soğuk su eşliğinde göndermeliyiz içimize. Ardından da, bu başarısızlığımızın, daha zekice başlamak için yeni bir fırsat olduğunu farkedip, tekrar saldırmalıyız. Yok öyle hemen pes etmek!<br />Yenilgi, her zaman anlıktır genç arkadaşım. Unutma ki, sen gençsin. Cem Yılmaz’ın o sahnesini hatırla. Hani “biz daha ölmedik!” diyen tipini. Bunu sen de söyle ve, gençliğini, dinamikliğini konuştur. Tuttuğunu kopart be vatandaş! Kaptığını bırakma hemen. Olur öyle. El bu, kayar elbet. Düştüysen de kalkıver bir zahmet. Asıl küreklere! <br />Yeterince vakit kaybediyoruz zaten şu günlük hayatımızda, yeterince bunalıyoruz zaten şu çürük yaşamımızda; bu yüzden üzülmene fırsat vermemelisin delicanlı. Sendeki enerji kimde var, bir söylesene bana? Sendeki zeka potansiyeli? Gaz vermiyorum evladım, sen gazla çalışan bir yaratık değilsin. Moral eksikliğin ve bir tutam umutsuzluğun var sadece, o kadar. Benim bu çabam ise sadece seni değil, senin gibi yalnız ve huzursuz hissedenlere destek çıkmak. Emekli olduktan sonra kullanacak değilsin o kafatasının içindeki yaklaşık 3 kiloluk organı. Otur, bir düşün. Korkacak bir şey yok. Fazla düşünecek de bir şey yok. Atıl kurt! Saldır! Parçala! Yok yani, fazla düşünürsen karar veremezsin. Ve yine korkma: en kötü kararı versen dahi, kararsız kalmandan iyidir bu. <br />Bak buraya. Buraya bak. Kaldır bakayım yüzünü. Yok öyle mıymıymıy çemkirmek sağa sola. İyi-kötü, doğru-yanlış diye bir şey yok. Hareketlerin ve sonuçları var sadece. House amcan ne diyor: “Words do not matter. Actions do.” Türkçe meali: “Sözlerin bir önemi yok. Hareketlerin var.” <br />Mazeretlerin kazanmasına izin verme. Sorunlarını çöz. Adamı hasta etme.kovrinhttp://www.blogger.com/profile/03037219201135372142noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4465707535530855540.post-71345263525077907172011-05-15T06:41:00.002-07:002011-05-15T06:42:26.344-07:00Genç Entel'e Mektup 2Zahmetli işler bunlar. Kolay değil o kadar. <br />Sağlam bir irade lazım öncelikle. Her gün her gün aynı sabrı ve azmi göstermek kararlılık ister.<br />Kitap okumaktan bahsediyorum. Kitap okumak diyorum, zor şey diyorum. <br />Kim oturacak oturduğu yerde de bilmem kaç saat da –pardon dakika- bir insan evladının yazdıklarıyla yoracak o güzelim gözlerini. Yok, gelemeyiz biz öyle şeylere. Kasar bizi.<br />Bunun yerine sinema sanatına adadı gençlik kendini. Neredeyse her gün bir film izliyor genç vatandaşlarımız. “Şu filmi izledin mi hacı?”, “Yahu geçen gün bir film izledim, yok böyle bir şey aga!”, “Johnny Depp de amma karizma adam ayol, bitiyorum herife resmen.” Bunlar ve bunlara benzeyen cümleleri sıklıkla duyar olduk. Kimse kimseye “kirve şu kitabı okudun mu sen?”, “amcaoğlu, herif bir roman yazmış ama var ya, koptum resmen!”, “hatun bir şiir yazmış, valla dibim düştü ha!” gibilerinden sözler sarfetmiyor. <br />Kızmayın hemen. Şurada bir şey anlatmaya çalışıyorum, tepkinizi sonra gösterirsiniz. Elbette var hala okuma meraklısı gençler, elbette, ben de biliyorum kitap kurdu arkadaşımız çok. Fakat bu tür entelektüelite meraklısı, bilgi heveslisi, hayırlı evlatların sayısı, diğer gruba göre çok daha az. Hele hele, her gün bir film izleyip de bununla yetinmeyen bir de roman/öykü/tiyatro eseri okuyan ağabeylerimiz ablalarımız var ki, onlar da pandalar gibi. Nesilleri tükenmek üzere ve çok seviliyorlar.<br />Bunun yanında bir de dizi furyası baş gösterdi son dönemde. Bu fırtınaya kapılanların arasında bendeniz cahil efendi de var. Neymiş efendim Hugh Laurie gibisi yokmuş, House on numaraymış da yok efendim The Big Bang Theory çok çılgınmış. Falan da filan. How I Met Your Mother, Californication, Spartacus –harbi manyak dizi ha!- bunlar konuşuluyor sohbet ortamlarında artık daha çok. İyi yine şu Lost ve Prison Break bitti de kurtulduk. O neydi öyle yahu, haftalarca değil, aylarca özellikle bu iki dizinin muhabbeti döndü sohbet masalarında, otobüs koltuklarında, çayırda çimende. <br />Prison Break’teki Michael Scofield ve Lost’taki Sawyer hanımların, How I Met Your Mother’daki Robin –Lily de fena değil hani! O da olsa olur, o da olsa olur, oh, mis!- ve The Bing Bang Theory’deki Penny de beylerin fantazilerini süsledi. Spartacus’teki ve Nip/Tuck’taki elemanlardan bahsetmiyorum bile!<br />Her neyse. Toparlıyorum konuyu tamam. Ağzımızdan akan suları silelim de asıl meseleye geri dönelim: nispeten daha kolay olduğu için sinemaya sığınıyoruz gençlik! Asıl mesele edebiyatta! Asıl olay sahaflarda! O eski kitapların kokusunu ala ala okusak romanları öyküleri şiirleri fena mı olur! Hakikat kitaplarda yazar, sinemada gösterilir. Kaynağa, membaya inmek lazım! Önce kitap, sonra film.<br />Unutmayalım ki, sinema eserleri önce yazılır, sonra beyaz perdeye aktarılır. Önce roman çıkar, ondan sonra filmi yapılır. Sizin de en çok sevdiğiniz suç filmi The Godfather, değil mi? Ama o Mario Puzo’nun romanı aslında? Sizin de en çok sevdiğiniz romantik filmlerden biri The Notebook, değil mi? Ama o Nicholas Sparks’ın romanı aslında? Sizin de en çok sevdiğiniz dram filmi Perfume –Story of A Murderer- değil mi? Ama o da Patrick Süskind’in romanı aslında? Ee? Ne yapmalı o zaman?<br />Önce kitap arkadaşlarım-dostlarım-yeğenlerim-ablalarım-abilerim, önce kitap! Unutmayalım ki sinemacılar önce okur, sonra yoğurur, sonra filmini çeker. Hem edebiyat, sinemadan daha eski, daha köklü bir sanat olduğuna göre, e biz de bilginin ve zevklerin çeşmesinden içip dindireceğimize göre bu entelektüelite açlığımızı-susuzluğumuzu? Ne yani, dağ başındaki pınardan su mu içmek daha iyi, yoksa belediyenin borusuyla evine gelen terkos suyu mu? Sizi bilmem ama, ben doğal olanı severim.<br />Into The Wild’daki gibi!kovrinhttp://www.blogger.com/profile/03037219201135372142noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-4465707535530855540.post-46671588821355961452011-05-15T06:41:00.001-07:002011-05-15T06:41:24.043-07:00Genç Entel'e Mektup"Bakıyorum da memleketimin her bir köşesinden yazar fışkırıyor. Ne güzel ne güzel, internet günceleri icat oldu (bazı -öküz kafalılar ay pardon vatandaşlar diyecektim- vatandaşlar blog da diyor buna) da milletin içi rahatladı. Ne var ne yok her bir şeyini anlatır oldu alem." Diyerek başlamayı düşünmüştüm yazıma. Ne var ki bu yanlış bir düşünce (blog diyenlere de haksızlık ettim, pardon. Çünkü odun kafalılar aslında) olurdu. Zira çağımız hızla değişiyor efendiler. Evet, ben de basmakalıp lafı patlattım, "çağımız hızla değişiyor" diyerek. Ve ekliyorum, ayak uydurmak gerek (?) <br /><br />Yazar fışkırdığı falan yok. Yazar adayları daha çok göz önünde sadece. Önüne gelen her şeyi okuduğunda veya yazdığında yazar/entelektüel olmuyor insan malesef. Ha keşke olsa, oh, ne ala memleket, cümle alem süpersonik bilgili kültürlü takıldık (tabi sonra bunun sonuçlarına da katılırdık ya, orası ayrı.)<br /><br />Analar babalar korkmasın, ortalık "entel"den geçilmiyor diye. Öncelikle şu kelimenin alaycı kısaltmasından kurtaralım kendimizi, ondan sonra bir ayar çekilir. Bir ayar çekilmeli zaten. Genç, hevesli, özenti ve hayalci arkadaşlarımıza.<br /><br />Bayanlar baylar, tamam, ben de kabul ediyorum, benden size akıl olmaz. Benim sıfatım rütbem nedir ki size akıl/nasihat vermeye kalkışıyorum. Fakat şunu iyice belleğinize yerleştiriniz lütfen: içinizdekileri dökmek, kusmak, boşaltmak için öncelikle gerçekten sınırları zorlayana kadar hatta sınırları aşana kadar toplamalı, yutmalı, doldurmalısınız içinizi. <br /><br />Hala daha kitap okumanın önemini anlatmama lüzum var mı? Yetmedi mi çevrenizdeki tüm yol gösterme heveslisi büyüklerinizin öğütleri? Yetmedi mi öğretmenlerinizin kitap okutmak için bunca tavsiyesi? Lanet olsun evet gerçekten zor bir şey, sinema ile ilgilenmek, film izlemek çok daha kolay (gibi geliyor aslında) ama o filmler hakkında, sinemanın kendisi hakkında zaten alabildiğine çok eser yazılıyor, kitap basılıyor. İşin özünde okumak var yani. O yüzden, tekrar okumalıyız.<br /><br />Önünüze gelen her şeyi okumamalısınız elbette. Eat, Pray, Love diye bir şey çıktı mesela. Ya da Twilight. Farketmez. Biri, ötekinin laciverti. Genç arkadaşlarım, lütfen, ticari şeylerle işimiz yok bizim. Kendimizi geliştirmek istiyorsak, bu basit sanat yoksunu sayfalarla uğraşmamalıyız. Popüler kültüre eğilip, gelip geçici şeylerle, saman alevleriyle yazık etmemeliyiz ruhumuzu. Önce eskilere uzanmalıyız. Antik Yunan'dan alıp gelmeliyiz. (Yunan dedim de aklıma geldi: sevgili katırcığım -ay çok pardon!- pıtırcığım, madem ki tiyatroyu bu kadar çok seviyorsun, tiyatro yapmak istiyorsun, koş git önce Aristo'nun Poetika'sını al halamın kızı. Okuduktan sonra da var git Stanislavski'nin Bir Aktör Hazırlanıyor'unu oku ciğerimin köşesi.)<br /><br />Yunan kalsın bir köşede, gelelim kendi memleketimize. Canlar, a dostlar, bre arkadaşlar, hanımlar, beyler... Şekspir'i (Shakespeare) ne kadar iyi bilirseniz bilin, Virjinya Vulf'un (Virginia Woolf) hepsini hatim edin: eğer ki Yahya Kemal'imizi, Necip Fazıl ve Nazım Hikmet'imizi bilmiyorsak, Ahmet Hamdi (Tanpınar) ile hiç uğraşmamışsak, ya da ne bileyim bir Adalet Ağaoğlu ile hoş beş etmemişsek - ya da Aziz Nesin, ya da Attila İlhan, hiç farketmez- hala "tırt"ız demektir. <br /><br />Ökkeşlerim ve Safinazlarım, lütfen: yerelden başlayarak çıkaralım çizgimizi dışarıya. Önce iç, sonra dış (her anlamda bu sözüm, önce içeri'ye, iç'e, ondan sonra dışarı'ya, dış'a vurmalıyız ne var ise.) <br /><br />Unutmayalım ki, bu, bir faşizanlık olmaz, bir ırkçılık olmaz. Kimse sizi bunu yapıyorsanız yargılamaz (aslında yargılar, pardon, evet, çünkü tuti-i garbi kılıklı vatandaşlarımızın sayısı her geçen gün artmakta. Batı hayranlığı öylesine büyük boyutlarda ki birçok arkadaşımızda, Kiits (John Keats) ile veya Po (Edgar Allan Poe) diyorlar başka da bir şey demiyorlar. [Gören duyan da bir şey sanacak. Annabel Lee'den başka şiirini bilmezler adamın, ama nedense taparlar herifçioğluna.] )<br /><br />Önce biz kendi edebiyatımızı sanatımızı fikrimizi bilelim ki, sonra diğerleriyle aşık atabilelim. Unutmayalım ki kendi sanatımızı bilmezsek, kendi kültürümüze haksızlık, saygısızlık, nankörlük etmiş oluruz. Ve bunu yapmak istemeyiz. Ve unutmayalım ki özenti dedim size. Devam edin böyle. En azından bilgiye özenmişsiniz, sanata dalmaya çalışıyorsunuz, felsefeye eğilmeye çalışıyorsunuz öyle veya böyle. Başka tiplerin özentisi olmanızdansa, "entel özentisi" olmak çok daha iyi olsa gerek.kovrinhttp://www.blogger.com/profile/03037219201135372142noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4465707535530855540.post-64973105221991627252011-04-08T18:05:00.000-07:002011-04-08T18:25:38.989-07:00Yine Sıkıntı, Yine Sıkıntı.Ah, lanet olsun işte yine aynı boktan hayatıma geri döner gibiyim.<br /><br />Saat sabahın 4'ü ve ben hala uyumadım. Pazartesi, çarşamba, cuma ve pazartesi günleri vize sınavları olan vatandaş ben değilmişim gibi. Ne diye uyumadım ki sanki. Uyku düzenimin de içine ettim böylelikle. Kahretsin.<br /><br />Californication diye bir diziye takıldım ve bugün birinci sezonunu izledim. Bütün bölümlerini. 12 bölümü var. Yarım saat sürdü her biri. Yani toplamda günümün 6 koca saatini bununla harcadım. 4. senesinde bitirilmesi gereken okulu 6. senesine geldiğin hala daha dizi izleyerek uzatmaya çalışan birkaç kişi daha vardır elbet. Buradan onlara sesleniyorum: "hepimiz malız." <br /><br />Kendi adıma konuşuyorum, tamam. Tamam. Ah, lanet olsun.<br /><br />Hiç ders çalışmadım bugün. Koca gün boyunca sadece 5 dakikalığına çıktım dışarı ve döndüm hemen fildişi kuleme. Kartal yuvasına. Ayı inine. Bari bir iş yapsaydım. Ne bileyim, mutfaktaki o bulaşıkları yıkasaydım, evimi temiz tutsaydım en azından. Yok. I ıh. Kapandım odama, uzun zamandır görüşemediğim canım bilgisayarımla takıldım.<br /><br />A! Söylemeyi unuttum. Ben bugün bir iş görüşmesine gittim. English Fast diye bir yer var, eğitim danışmanı arıyorlarmış. Beni de çağırdılar. Dersaneyi pazarlayacağım ailelere resmen. Aile ve öğrencilere bir çeşit rehberlik yapacağım sanırım. İngilizce'nin önemi anlatıp onları ikna etmeye çalışacağım. İşsizlikten iyidir.<br /><br />Kübra'yı özlemedim. Sıkıldım. Biraz yalnız kalıp rahatlamak, kafa dinlemek istiyorum. Yoruldum. Şu kızı üzmekten nefret ediyorum. Lanet olsun. Ne diye beni bu kadar çok seviyor ki. Bok var sanki. Keşke bu kadar naif olmasa. Bilmiyorum ne olacağını. Önceleri umutluydum, gelecek görüyordum onunla olan ilişkimde. Daha sonra, onu daha iyi tanımaya başlayınca, olamayacağını anladım. Lanet olsun umarım bu yazımı okumaz. <br /><br />Uzun zamandır yazamıyorum. Hiçbir şey. Hiç. Şiir yazardım önceden. Evet, berbat şiirler yazarım ben. Kesinlikle bu konuda herkesle hemfikirim. Artık onu da yapamıyorum. Hah. İşin garip tarafı, bu aralar roman yazmayı düşünüyorum. Vize sınavlarımdan sonra ama. Ve işte, gördüğünüz gibi, uzun zamandır yapmak isteyip de yapamadığım bir şeyi planlamaya başlar başlamaz yine erteliyorum. Bu iş yalan olur, ben şimdiden söylemiş olayım. <br /><br />Lanet olsun, şu evin kirasını da ödesem de ev arkadaşıma olan borcumu sıfırlayabilsem keşke. İçim hiç rahat değil. Kızımı özledim. Evet, manevi kızımı. Vardı ya hani, Buki, O'nu. Evet tamam kabul ediyorum bir ara hakkında öfke dolu cümleler savurdum buralarda ama ne yapabilirim ki? Atsam atamam, satsam satamam. Kızım o benim.<br /><br />Mümkün olduğunca erken kalkacağım. Duş alıp, dişlerimi fırçalayıp, az sütlü bir kahve yapacağım kendime. Ve yanında sigara da içeceğim. Ardından da çalışma masamı çabucak düzenleyip ders çalışmaya başlayacağım. Söz.kovrinhttp://www.blogger.com/profile/03037219201135372142noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-4465707535530855540.post-70729190188712636822011-04-04T12:36:00.001-07:002011-04-04T12:36:02.082-07:00formspring.mene kadar sorarsan sor toton daima arkanda kalır. <a href="http://formspring.me/kovrin" target="_blank">http://formspring.me/kovrin</a>kovrinhttp://www.blogger.com/profile/03037219201135372142noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4465707535530855540.post-18437044047216590552011-03-26T11:47:00.000-07:002011-03-26T12:09:17.580-07:00ÜşengeçUzun bir aradan sonra yeniden yazmaya başlıyorum işte gördüğün gibi. Kendime biraz zaman ayırmak istedim ama sanırım bunu başaramadım. Yazmak, sanırım düşüncelerimin ve duygularımın aktarımında daha etkili bir yol. Çünkü kendi kafamda döndükçe dönüyor ve somut bir şey elde edemiyorum. En azından yazma işlemim bittikten sonra ne dediğimi okuyarak biraz olsun yol alabilirim. Geçmişte de bunu denedim, sonuç başarılı oldu. İşin garip tarafı; geçmişte olumlu yönde etki yaratan bu yolu neden bir kenara bırakıp, yazmadan, kelimelere dökmeden halletmeye çalışmam. Yok yani, biliyorsun oğlum neyin biraz olsun işe yaradığını, ne diye kullanmıyorsun o zaman? Daha iyi bir çözümün var mı sanki? Yok. O zaman? <br />Haydi. Kıpırdat parmaklarını bakalım.<br />Şimdi. Olay şu: üşengeçlik.<br />Nereden ve neden üzerime ölü toprağı serpilmiş gibiyim, bunu bilemiyorum. Havalardan olmadığı kesin. Zira şu güzelim İzmir güneşini bu sevecen cumartesi gününde önemsemedim. Bütün gün evdeydim. Çıkmadım dışarıya. Deniz'in bana ihtiyacı vardı, ama kendisi de halledebilir diye düşündüm ve gitmedim yanına. Ona göre geçerli olmayan bir sebebim vardı hem, ama tabi anlamak istemediği için -kabullenmek istemediği için diyelim- ufak çaplı bir trip ile kapattı konuyu. <br />Sözde odamı temizleyecektim bugün. Viledayı alıp, halımı kaldırıp, odamın her bir yerini pırıl pırıl edecektim. Her nedense bilgisayar başında oturup dizi izlemek çok daha harika bir fikirmiş gibi geldi. <br />Cityville diye bir oyun var Facebook'ta, onu oynadım bir de.<br />Ne kadar saçma bir hayatım var benim!<br />O kadar güzel şeyler yapmak istiyorum ama bir türlü harekete geçtiğim yok. Ne yani illa ki sağlam bir kişiden iyi bir laf mı yemem lazım? Neden kendi kendimin kurtarıcısı olamıyorum? Hala daha neyin tribindeyim? Yahu davet ettin, gelirlerse ne mutlu, gelmezlerse ne diye sıkıyorsun evladım kendini? Herkes senin gibi ininde yaşamak zorunda değil ki. Dışarı çıkıp güneşi hissediyor millet. senin gibi evde neden yorgan döşek yatsınlar ki? <br />Yorgan döşek yattığım falan yok. Sadece bir halsizim, üşengeç ve tembelim, o kadar.<br />Aferin. Ders de çalışma, iki satır makale de okuma, romanlarınla hiç ilgilenme zaten. House, Moonlight, Kyle XY kurtaracak seni. <br />Mozart veya Beethoven da kurtarmayacak. Handel ve Chopin'den de iş çıkmaz.<br />Burcu Hoca da bir yere kadar tutar seni kontrol altında. Kadın seninle uğraşacak değil ya her daim, elbet senin de kendi kendine toparlanmanı bekleyecek. Hatta -dur biraz- beklemeyecek. Neden beklesin ki? Zaman kaybından başka nesin ki sen? Başka işi gücü mü yok. Hem kadın daha ne yapsın sana: zaten yeterince fırsat sunmadı mı, motive edici sözler söylemedi mi. Hem gayet de inandırıcıydı, yamuk görmeyeceğini biliyorsun o hatundan. Peşinden arayıp bir saat sonra, hatta şunu şunu da birlikte yapabiliriz bak demedi mi, seni sevdiği için "bizim oğlan" diye hitap etmiyor mu, hem bak samimi de yaklaşıyor sana, ilgileniyor da, daha ne istiyorsun?<br />Enerjik olmak, daha sağlam iradeli -karakterli yazdım önce, sildim iradeli yaptım- olmak istiyorum. <br />Kendime olan sosyal ve akademik güvenimizi kazanmalıyız.kovrinhttp://www.blogger.com/profile/03037219201135372142noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-4465707535530855540.post-87227835835495711032010-12-30T04:03:00.000-08:002010-12-30T04:19:54.686-08:00Berbat"Olur böyle şeyler, geçecek elbet. Sonsuza dek böyle gidecek değil yahu".<br /><br />Bu sözü tekrarlaya tekrarlaya midem bulandı artık. İğrenmeye başladım kendimden, desem yeridir. <br /><br />"Laf değil, icraat lazım biraderim, aklın fikrin yerinde, sağlığın sıhhatin yerinde, okulu bitirmekten başka bir sorumluluğun yok, zahmet olacak ama haydi artık, harekete geç be evlat. Yazık ediyorsun kendine."<br /><br />Şekil 2-A da bu.<br /><br />Bir türlü olmuyor ama işte. Öyle bir ölmüşüm ki, öyle de bir toprak atmışlar ki üzerime, sormayın. Geç yatıp, geç yatmak. Meselelerin birincisi bu. En birinci mesele. Bu sorunsalı aştıktan sonra tamamdır, daha rahat edeceğim. Lanet olası diziler yüzünden hep. House diye bir dizi var şu sıralar gündemimde. Ondan önce de Nip/Tuck vardı. 7 sezon izledim onu. House'tan da 5, düşün son bir ay ne ettim.<br /><br />Hiçbir şey etmedim. İki satır bir şey okumayı da geçtim, yok içim çürümüş benim. Kurumuş, ot bağlamışım. Müzik dinle dinle de nereye kadar? Sonuçta ben müzik yapmıyorum ki, sadece dinleyiciyim. Ne kadar iyi dinlesem de, benim farklı işlerim var, onlarla da ilgilenmem lazım, değil mi?<br /><br />Enos and Tanathos are the branches of the same old tree... diyerek girdi şarkıya Therion solisti taş hatun. Abraxas çalıyor arkadan. Ben de oturmuşum yatağıma, bağdaş kurmuşum, almışım makineyi kucağıma, yazıyorum işte bu cümleleri. <br /><br />Benim bir diğer sıkıntım da şudur: evden dışarı çıkmak istemiyorum zorunlu olmadıkça. Kapanayım kendi halime. Bunu istiyorum. Ama işte, bu ne yaman çelişkidir ki, içten içe de internet aleminde okunan, takip edilen, bilinen biri de olmak istiyorum. Yani, evden çıkmadan, gerçek hayata dahil olmadan, sanal hayatta tanından biri olmak. I-ıh. Olmaz böyle. Bakınız mesela şu an saat 14:17, ve ben hala gidip vergi dairesine para yatırmadım ehliyetim için. Hala gidip emniyete para vermedim. Son güne bıraktım işte.<br /><br />Her neyse. Uzatmak istemiyorum daha fazla. Ayinem iştir, lafa bakılmaz. Şahsım görünecek rütbe-i aklı eserimde. <br /><br />Eserim, berbat.<br /><br />Toparlanmam lazım.kovrinhttp://www.blogger.com/profile/03037219201135372142noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-4465707535530855540.post-14096108775051008712010-12-09T02:15:00.000-08:002010-12-09T02:49:04.582-08:00Nereden Başlamalı?Güzel bir şey bu. Herkes yazıyor. Ne güzel, ne güzel. Bakıyorum da, memleketimin dört bir köşesinden genç vatandaşlarımın çoğu, özellikle de hanımlar yazın dünyası üzerine kafa yoruyor(!). <br /><br />Tabii ki ünlem işareti koyacağım oraya. Ne bekliyordunuz ki? Vatandaş! Önce kafayı dolduracaksın, ondan sonra yazacaksın. <br /><br />Tamam, tamam. Kızmıyorum. Sakin sakin anlatacağım. Böyle sert üslupla gönül kırarak hırslandırmanın, motive etmenin alemi yok. Aslında var da, bu seferlik yumuşak konuşalım.<br /><br />Olay, mitolojide başlar. Bu bir. Çünkü, mitolojiden beslenir edebiyat. İlk metinler, insanların yarattıkları tanrılar üzerine yazılan hikayelerdir. Önce tanrıları tanıyacağız hanımlar beyler. Sadece Zeus'u Afrodit'i değil, diğer ekip üyelerini de. Mitolojik karakterleri de bilmeli günümüz genci. Başlangıçtan, temelden, eskiden gelmeliyiz günümüze. Temelsiz bina, çökmeye mahkumdur misali. Anlatabiliyorum umarım.<br /><br />Genç arkadaşım! Bak, benden sana akıl olmaz, tamam, ama, o okuduğun Olasılıksız, o okuduğun Aşk, o okuduğun Alacakaranlık 100 yıl sonra da raflarda olmayacak. Önce, "babalara gel." <br /><br />Yardır ordan hele bir İlyada'yı, Odesa'yı, ve üstüne Gılgamış'ı da. İlk eserleri bilesin ki, sonradan yazılan çoğu eserdeki referansları göresin, göndermeleri algılayabilesin. Örneğin, Truva adlı filmi izledin sen ama Hektor kimdir, Agamemnon kimdir, bildin mi? Bildiğini sandın. Önce kitabı oku hele, hele bir suyu sen membaandan iç, kaynağına/özüne bir gel, sok kafanı o suyun içine -korkma, önce boğuyormuş gibi yapıyor, korkutuyor, sonra senin de hoşuna gidiyor yavrum- ondan sonra gel ordan beri bu yana bu yana. Gel kaptan, kuzey yap gel, geç İngiltere'ye, ver ordan Canterbury Hikayeleri'ni. Bunlar iki olsun.<br /><br />Entelektüel olmaktır amacın, içten içe. Bilirim, kabul ederim, hak veririm, desteklerim, teşvik, takdir ve tebrik ederim. Gerçekten. Ama, laf dinle. Şu dediklerimi bir oku, sonra zaten bana ulaşmak çok kolay dahası için.<br /><br />Ne demek, her zaman. Başım gözüm üstüne.<br /><br /><br />Dip notlar:<br /><br />1- Mitoloji ve mitolojik karakterler dedik. Bunun kitabı şudur kuzen: Edith Hamilton'ın Ülkü Tamer çevirisiyle Varlık Yayınları'ndan çıkan Mitologya adlı eseri.<br /><br />2- İlyada ve Odesa dedik. Bunun kitabı şudur yeğen: Homeros'un, Azra Erhat ve A. Kadir ile yaptığı çeviri Can Yayınlarından çıkmış. Bu. (Kütük gibi iki kitap, önsözü zaten 30 sayfa falan. Üzülme. Dayan. Pişman olmayacaksın.)<br /><br />3- Gılgamış dedik. Bunun kitabı da şudur biraderim bacım: Jean Bottero yazmış, Orhan Suda çevirmiş. Yapı Kredi Yayınları da basmış. <br /><br />4- Canterbury Hikayeleri dedik. İngiliz edebiyatının babası Shakespeare değil canım, Şekspirin oturduğu tahtta Geoffrey Chaucer da var. Shakespeare, Chaucer oradayken geldi oturdu. Anladın sen. Her neyse. Nazmi Ağıl diye bir üstat var, O'nun çevirisiyle Yapı Kredi'den yayınlanmış. Budur.<br /><br />5- Bir de, İş Bankası Yayınları'ndan Talat Sait Halman çevirisiyle yayınlanan Soneler kitabı var Shakespeare'in. Laf aramızda, çok iyi. (Sone, 14 dizelik şiir, aruzlu heceli ölçülü. Şiir'in, en katı kurallı hali. Boru.)<br /><br />sorusu/sorunu/ilgisi olan vatandaşlara: buralardayım:<br />http://www.facebook.com/gursah<br />http://twitter.com/#!/gursahcekickovrinhttp://www.blogger.com/profile/03037219201135372142noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-4465707535530855540.post-51000482899359752302010-12-06T07:36:00.000-08:002010-12-06T07:54:03.058-08:00KopardımKafadan koparıyorum:<br />Çok istediğiniz bir şey vardır hani, içten içe yanarsınız onun için.<br />Günün birinde de, birisi çıkar, zart diye sokar kolunu ağzından içeri, kalbinden zurt diye çıkartır onu. Evet, tam işte bundandı bana olan şey.<br />Yeterince iyi koparamadım sanırım. Tekrar deneyeyim.<br />Burcu Hoca diyorum, geçenlerde kıstırdı beni tenhada. "Onu bunu bırak da abicim sen ne yapacaksın mezun olunca?" diye sordu, " Neyden para kazanmak istiyorsun?"<br />Bu kadar kolay pes edeceğimi ben de bilmiyordum. O güne kadar kimseye açmadığım meselemi pat diye koydum ortaya. <br />Sonra, verdi odunu. Verdi kömürü. Verdi gazı. Bir ara da, verdi ateşi: "Derslerini geç bitir okulu da asistanım ol." Sonra biraz daha odunladı beni. <br />Yanarak vedalaştım iki saat sonrasında.kovrinhttp://www.blogger.com/profile/03037219201135372142noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-4465707535530855540.post-6871084218578894342010-10-28T17:16:00.000-07:002010-10-28T18:01:14.039-07:00Boş Beleş AdamZaten bir avuç izleyenim, takipçim var, onları da hepten umursamazmış gibi oldum, yazmadım bunca vakit. Bilirler ama onlar, e-günce (Türk gençliği buna blog diyor) yazarları zevkten veya zorunluluktan yazarlar; kendilerinde o yazma hissini yakaladıklarında yani. Müsait olunca, demek istiyorum.<br /><br />İşte şimdi, müsaitim.<br /><br />Tennessee Williams demiş ki, "Why did I write? Because I found life unsatisfactory."<br />Neden yazdım, diye sormuş ve cevaplamış: hayatı yetersiz buldum.<br /><br />Bazı insanlar uyumaktan-su içmekten-işemekten-yemek yemekten-müzik dinlemekten-dondurma yemekten aldıkları zevkin fazlasını, yazarken alıyor. Diğer, tüm, hepsi... Hepsi bir kenara, yazmak bir kenara. Yazarak doldurmaya çalışmış hayatı. <br /><br />Yeterince doldurabilsem kafamı ve kalbimi de, ben de yazabilsem keşke. Ben biraz boş beleş bir insan olduğum için, yazamıyorum sürekli sanırım. Ne anlatayım ki ne yazayım burada? İçimde biriktirdiğim bir şey yok ki dökeyim. Boş. Bildiğin, kof. Ot. Odun. Ben.<br /><br />Kimse bana "Hemen asıp kesme, önyargılı olma. Bir tek bu nedenden dolayı kendine 'boş beleş adam' deme." demesin. Öyleyim. Diğer hususları da açıklamaya çalışayım ki, ikna olasınız. Şöyle ki efendim:<br /><br />Ben, iyi seçimler yapabilen birisi değilim ne yazık ki. 23 yıldır takılıyorum şu dünyada, -evet, takılmaya geldim, bi' arkadaşa bakıp çıkacağım- ama malesef hala daha kendi cinsimden bir sevgili edinemedim kendime. İnsan bulamadım. Hepsi hayvan. Gerçekten!<br /><br />Tamam, peki. Hepsi hayvan olacak değil ya, bende vardır bir sıkıntı. Bendedir sorun, ondandır. Yoksa bu saate kadar, eşek değiliz ya, aklı başında bir hanım bulabilirdim, değil mi? Ah! Pardon, ben eşek olduğum için zaten bu başıma gelenler! Pardon, pardon!<br /><br />Tamam, kabul ettim, insan olmayan benim, o yüzden tutturamıyorum enerjiyi. Yaratamıyorum bir sinerji. Hepsi oluyor alerji. (Demiştim, boş beleş adamım ben diye, bak, gördün mü, Ayşe Özyılmazel'in şarkısına gönderme yapıyor, iki dakika ciddi kelam edemiyor angut.) Yok yani, ben harbi harbi insan olsam, bunu becerebilsem, herkese adil davranabilirdim; insanlara, hak ettikleri kadar değer verebilirdim. Ben en başından, taa buradan başlamışım ki yanlışa. <br /><br />Kendi kendimi bi' havalara soktum ben. Ben dedim, bir meleğim, bir peygamberim ben, dedim. Bunu kendime inandırmaya çalıştım, başardım da. Affediciliğimle, hoşgörümle, sabrımla, sakinliğimle başardım bunları. Unuttum ama işte o sırada yine, Dünya'da yaşıyorum, insanlarla çevrili bir ortamdayım, benim de insan olmam lazımdı. "Laz'ın aklı iki metre geriden gelir." Bunun yüzünden olsa gerek. (Hemen kılıf bul zaten, hemen bu örtünün altına saklanmaya çalış Gürşah, aferin evladım. -Götün açıkta kaldı salak!-)<br /><br />Sorun değil, öyle şeyler yaşattınız ki bana, ağzım da açık kaldı. Cemal Safi'nin sözü geldi aklıma, "Şaşılacak bir şey değil bir hayvanın 'Allah' demesi. Ben, 'Seni Seviyorum' diyeni bile gördüm." Aynen, ben de Cemal Abi. Ben de. Hatta, "Seni özlüyorum," da dedi bana, "aşkım" da dedi bana. Sonra ama nedense, nerden aklına geldiyse artık -hep o Efes Pilsen'in yüzünden, yoksa insan ayıkken, aklı başındayken öküz değil ki desin bunu- benim, önümde gitmem gereken, gideceğim uzun yollar olduğunu, kendi şahs-ı şahanelerinin ise gitmesi gereken yolları gidip, döndüğünü söyledi bana. Vay arkadaş! Ne günlere kaldık yahu! Çelme takılır, adam yere düşürülür de, üstüne tuğla beton atılmaz tekmelenmez ki daha da be...<br /><br />İşte meselenin özü burada: ben, gidip de, sağlıklı bir ruh ve akıl yapılarına sahip olmayan, ne istediğini bilmeyen hatunları buluyorum. Benden beş yaş büyük olması hiçbir şeyi değiştirmedi, işte gördüm: seni özlüyorum, aşkım kelimeleri bir yanda, seninle o yolu gidebileceğimden emin değilim, bir yanda. <br /><br />Azrail'e havale ediyorum.<br />Tanrı affeder, Azrail affetmez.<br /><br />Bu, bir örnek teşkil edebildi sanıyorum, benim nasıl berbat seçimler yapabilen birisi olduğum konusunda. Bu iyi yine. En azından bensizliğe üzülerek yıpratmayacaktır kendisini. (Bak hala!)kovrinhttp://www.blogger.com/profile/03037219201135372142noreply@blogger.com5tag:blogger.com,1999:blog-4465707535530855540.post-47559179509019776942010-09-17T18:02:00.000-07:002010-09-17T19:20:00.467-07:00Fındık Ağacı. Bir Melek Benzetmesi.Ağaç (kadın) dediğin fındık ağacı (yavuklu) gibi olacak.<br />Ulaşılamayacak kadar yüksek olmayacak (burnu havada olmayacak), az zorladın mı ulaşacaksın tepesine de, dibine de. (Biraz uğraştıktan sonra ilgilenecek, sohbetini paylaşacak seninle.)<br />Vakti geldi mi budayacaksın kuru dallarını. (Derdini dinleyeceksin, teselli/yardım edeceksin.)<br />Vakti geldi mi kıyak geçecek sana, verecek meyvesini. (Gülümsetecek yüzünü, huzur katacak.) <br />Yeri geldi mi dökecek yapraklarını (çıkaracak takılarını); soyunacak çırılçıplak (indirecek geceliğinin askılarını), tüm sadeliğini gözler önüne serecek (bedeninin güzelliğini gösterecek) en cömerdinden.<br />Yeri geldi mi; giyinecek yapraklarını (elbisesini), güzelliğini fark ettirecek (hayran bırakacak kendine).<br />Bakımını iyi yapacaksın ağacın (güzellemeler söyleyecek, gönlünü hoş tutacaksın hanımın) ki zamanı geldiğinde iyi randıman alabilesin (seni sevsin, sana değer versin.)<br />Çok gübrelemeyeceksin (çok iltifat etmeyeceksin) ki fındıklar güzel olsun derken hepten kocaman kocaman çirkin olmasın (sözlerin etkisini yitirmesin, inandırıcılığını kaybetmesin.)<br />Çürük dalları toplayacaksın, kışın yakarsın kuzinede. (Sıkıntılarını biriktireceksin biraz, ve sonra çözeceksin/hoş göreceksin.)<br />Salıvermeyeceksin, boş bırakmayacaksın (ilgileneceksin, fazla serbest bırakmayacaksın) ki kendi başına orman alıp yürümesin (takipte olduğunun farkında olsun, sahiplenildiğini bilsin.)<br />Uzatmaya gerek yok: yan gelip yatacaksın gölgesinde, çay içeceksin, kafa dinleyeceksin.<br />(Her şeyi bir kenara bırakacaksın: hoş muhabbetler ederken, çay içeceksin, huzuru hissedeceksin.)kovrinhttp://www.blogger.com/profile/03037219201135372142noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-4465707535530855540.post-23417346202555801612010-07-30T13:48:00.000-07:002010-07-30T18:29:16.428-07:00UnutmuşumGürşah demişti de unutmuşum. "Günümüz dişisinin içinden sana gelebilecek en sıcak ve en özel şey, bok'tur."kovrinhttp://www.blogger.com/profile/03037219201135372142noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-4465707535530855540.post-64494766547420453752010-06-06T04:58:00.000-07:002010-06-06T05:17:22.397-07:00Dışarı HaykırmalarŞaka mı bu ne ya? Ayıp diye bir şey var memlekette yahu! Yazık ulan! <br />"Üç kuruşluk adama beş kuruş değer verdin Gürşah!" dedirtme bana!<br />Sen benim en sevdiğim arkadaşlarımdan birisin Kızım, nasıl düşünebilirsin sana aşık olduğumu yahu? Akıl var mantık var be! Bu kadar aptal olma ne olur!<br />"Kimsenin içini bilemezsin sonuçta" deyip işin içinden çıkamazsın hanımefendi!<br />Hiç kusura bakma!<br />Aklını başına al bir an önce. "Bu sana aşık" diyenlerin topunun zekasından şüphe ediyorum! Akıllarını libidoları yönetmesin, öyle söyle onlara!<br />Aklını çelmeye çalışan angutlara da de ki: "Bu adam bana karşılıksız iyilikten başka bir halt etmedi bugüne kadar. Ne zaman ihtiyacım olsa yanımda oldu. Beni kırmaktan her daim kaçındı. Klitorisiniz kaşınmasın, beyniniz körelmesin. Tanımadan etmeden çok konuşmayın!"<br />Gerizekalılar. <br />Zekalarına düşüncelerine sahip çıksınlar.<br />Öküzün biri sana aşık oldu diye, hayvanın bir itlik yaptı diye, beni de onlarla eşdeğer tutan sen armut! Paralarım seni!<br />Bunu bir hakaret olarak algılıyorum. Hak etmediğim halde bu hakaretine maruz kalıyorum, canımı yakıyorsun! Sana her daim "Kızım" dedim, her daim dertlerini sıkıntılarını paylaştım. Tamam, evet, hemen hiç birine çözüm üretemedim. Lakin hep dinledim, hep acılarını paylaştım. Ben de sana anlattım neyim var neyim yok. Sana dert yandım sevgisizlikten de yalnızlıktan da anlamsızlıktan da. Kiminle ne yaptığımı ne yapmadığımı her bir şeyimi anlattım sana. Aramızda dostluktan başka bir şey olmadığına tüm namus şeref samimiyet bilmem ne aklına ne gelirse, hepsinin üzerine yemin ederim! Aptal olma "Kuzu Kızım"! Bana "Baba" dedin sen. En kötü hissettiğim anlarda, çekip gitmek istediğim vakit bana "ben bir baba kaybettim zaten, ikincisini kaldıramam, şayet beni bırakmak gibi bir niyetin varsa hemen vazgeç!" deyen eben miydi? Ağzımı bozdurma benim! Burnunu koparırım. Armut.<br />Yok yani, hiç mi bir şey veremedim ben sana ya? Bunca zamandır muhabbetimiz var, diz boyu mesafe ilerleyemedik mi biz seninle? Senin aşklarında sana destek olmadım mı? Sana aşık olsam bunu yapar mıyım? Biraz düşün ya! Biraz ya! Bunca şeyi görüyorsun anlıyorsun da, bir tek sana olan dostane sevgimi mi algılayamıyorsun? Sen gerizekalı değilsin, bırak bana aptal taklidi yapmayı! Senin bana yaşattığın samimiyeti neredeyse kimse yaşatamadı. Sen bana "Baba", ya da "Peder" dediğinde, halimi hatırımı sorduğunda ben çok acayip süpersonik mutlu oldum her daim. "Budur" dedim "işte budur". "Dostluk böyle bir şey olsa gerek." dedim ben her daim. En sonunda çay kaşığına zar zor sığacak kadar büyüklükte bir akla sahip olduğuna kendinden sonra beni de inandıracaksın ya, işte bu beni çok hüzünlendiriyor.<br />Etme, eyleme.kovrinhttp://www.blogger.com/profile/03037219201135372142noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-4465707535530855540.post-87116364113802753072010-05-31T14:48:00.000-07:002010-05-31T14:59:46.646-07:00o'nur gül'ü...Nereden başlamalıyım, tam olarak bilemiyorum. Biliyoruz ki, burası benim kendime ve şuracıkta dört beş tane pasif takipçilerime açık açık anlattığım yer. Ve ama evet bazen de kapalı bir şekilde anlatmak nasip oluyor.<br />Sabah sınav var. Saat 09.00'da. Hiç çalışmadım. Söz ama, şu yazım bitsin, çalışacağım. <br />Onur gülü sevdim ben. Çok tatlı. Biraz daha göstersin bakalım kendini, açılsın az daha da, görelim bakalım neymiş ne değilmiş. Ona göre bir rota çizelim biz de. Bakalım, Karadeniz turuna mı çıkaracağız, yoksa iki koyda boy verip dönecek miyiz?<br />Göreceğiz.<br />Az zamanda çok iş yapmak lazım. Sabah sınav var. Taş çatlasın bir buçuk ay sonra ben artık yoğum. <br />Hadi hayırlı olsun.kovrinhttp://www.blogger.com/profile/03037219201135372142noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4465707535530855540.post-47153650168296991082010-05-21T20:43:00.000-07:002010-05-21T20:54:35.598-07:00Yoksa?Amorphis'i özlemişim. The White Swan çaldı da, iyi geldi. Şimdi de Nightwish'in Wishmaster'ı. Gülümsedim. İyi geldi bu sabah sabah. <br /><br />06:45. Uyku? Sıfır. Karnım çok aç be! Her neyse. Konuya gelelim.<br /><br />"Sıkıntı", (güzel) bir hanıma yazdığım e-postadır. Sağ olsun, elektronik güncem ile ilgilenmediği için, farketmeyecektir uzun bir süre boyunca buradan ona atıp tuttuğumu. Kötü bir şey dediğim yok hoş, sadece hoş bir hanım kendileri, o kadar. Yalnızlıktan sarıyorumdur kesin. Onun da dediği gibi, "kendine hakim ol" Gürşah! <br /><br />Az zamanda çok ısındım ama be! Gerçekten, sıcakkanlılığı çok hoşuma kaçıyor.<br /><br />Yoksa?<br />Benim sorunum, bana yakın davranan birisine hemen yamulmak mı?<br />Benim derdim, çok yalnız kalıyorum ve bu yüzden yanımda birisini mi istiyorum?<br />Benim problemim, tüm bu fiyaskoların üstüne, Phoenix gibi yeniden doğup yükselmek arzusu mu?<br />Yoksa, hepsi birden mi?<br />Yoksa, hiçbiri mi?<br />Ben, biraz daha kendi içimden çekiştireyim kendimi, öyle geleyim en iyisi.<br /><br />Soruşturmaya gittim, döneceğim.kovrinhttp://www.blogger.com/profile/03037219201135372142noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4465707535530855540.post-35105116477859703952010-05-21T19:49:00.000-07:002010-05-21T19:51:05.597-07:00SıkıntıMutlu geceler dileyerek başlamak istiyorum. Umarım tosur tosur uyuyorsundur. Kabus göremeyesin e mi? Sakin sakin uyuyasın.<br /><br />"Saat sabahın dördü be adam, yat zıbar allasen!" düşüncesi, benim de kafamdan geçti, geçmedi değil, zira birşeyler anlatmalıyım kafam döndüğünce parmaklarım yetişebildiğince dedim kendimce, kendime, ve işte sen de zahmet edip okumaya başladın o güzelim(?) gözlerinle.<br /><br />Çok teşekkür ederim beni aradığın için. Keyifli bir sohbet olduğunu söyleyebilirim. Kendini tanıtma çaban takdire şayandı. "Beni tanı Gürşah! Beni tanı! Yaklaş hele, ısırmayacağım bak bu sefer, ben çağırıyorum, gel hele bi, yaklaş yamacıma." der gibi bir edan vardı. Hoşuma kaçtı çok. Gerçekten.<br /><br />Şu, karşı konulamayan bir gerçeğim ki, yalnızım. Ömrüm boyunca yalnızdım. Kardeşim yok bir kere! Baştan yalnız kalmışım ki ben! Ve şu Ekim !'den beri de bu evde, burada, Bornova'da yaşıyorum, odamda. Tek başıma. Ve canım çok sıkılıyor. Bir insanın istemeyeceği kadar uzun süre yalnız kaldım. Ve artık istemiyorum yalnız kalmak. Yalnızlıktan sıkıldım ben yahu! Ve bıktım sürekli birilerini evime çağırmaktan. Yeter yahu, on yüz bin milyon kere mi arayayım, mesaj atayım. Bu kadar çağırılsa, Paris Hilton(kamyon çeker 15-20 ton, gönlüm çeker Paris Hilton) gelir, beni makamımda(inimde, habitatımda, mağaramda) ziyaret eder be! Ama sağ olsun(!) arkadaşlar beni rahatsız etmiyorlar, çat kapı uğramıyorlar. O kadar da çevrem var halbuki. Hop, Çehov'a bağladık yine. Kalabalığın içinde yalnızlık hissi. Hop, köylerde yalnızlıkta, anlaşılamamaktan yakınan, bir şey de yapamayan, miskin aydın profili. Hop, Rus romanlarından fırlamış bir karakter misali -Sonbahar adlı film de ne harikaydı be arkadaş! "Sen şimdi en güzel yillarini, sosyalizim istedin diye içerde yattin?" diye bir sorusu vardı esas kızın(?)- otur oturduğun yerde, atıp tut kendi kendine.<br /><br />Her düşündüğüm şeyi, aklımdan geçtiği haliyle, eşzamanlı olarak yazmasam, lafı uzatmayacağım sanırım. Maamafih, bunu beceremiyorum nitekim. Çehov dedim de, aklıma geldi. Ya Martı adlı oyunundaki gibi bir sonum olacak, tak, bitti gitti, hadi geçmiş(hayırlı) olsun, ya da Kara Keşiş kısa hikayesindeki gibi bir moda bağlayıp gideceğim öylece sürüklene sürüklene.<br /><br />Bu kadar uzun yazmasam, seni de yormasam...<br />Az, öz olsa sözlerim, nefes almalarına imkan tanısam insanların?<br />Yapışmış oluyorum böyle olunca. Kimse de bana tutunmuyor tabi haliyle o zaman da. Yok yani, bu kadar uzun bir e-postanın ardından iki üç cümlelik bir cevap alacak olma düşüncesi var ya, işte bu beni çok hüzünlendiriyor.<br /><br />Ve işte bu yüzdendir ki, susuyorum.<br />Sustum.kovrinhttp://www.blogger.com/profile/03037219201135372142noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-4465707535530855540.post-55517967634214941012010-05-13T14:50:00.000-07:002010-05-13T15:18:37.774-07:00İçsel FısıldaşmalarUzun bir aradan sonra tekrar karşımdayım. Yine, her zaman olduğu gibi gece vaktini seçmiş bulunmaktayım yazmak için. Sessizlik iyi geliyor. Carl Orff'un Carmina Burana'sı çalmakta halbuki? Her neyse, mesele, gürültü olmaması. <br /><br />Uyku bastırmış idi. Sonra vazgeçmiş olacak ki, ben burada bunları yazmaya koyulmuşum. Ne anlatmam gerektiğini tam olarak bilemiyorum sanırım. Muhtemelen çok boş'um, çöp'üm.<br /><br />Normal şartlar altında, duygusal olarak yüklendiğim anlarda yazıyordum daha çok. Lakin, bu sefer öyle bir durum yok galiba. <br /><br />G beni terkettikten sonra çok şey değişmiş olsa gerek bende. Daha bir umutsuz, daha bir çatık-kaşlı bakıyorum etrafıma sanırım. Güzel hanımlarla muhabbet ederken, tutuyorum kendimi rüzgarlarına kapılmamak için. İçimden bir his atılmamı söylese de, durduruyorum her seferinde: "Sakin ol evlat. Sazanlığın lüzumu yok." diyorum kendime. <br /><br />Aşk Şöleni(Feast of Love) adlı bir film izledim. Oradan bir kesit sunmak istiyorum:<br />Harry Stevenson(Morgan Freeman), bilge bir profesörü canlandırıyor, ve harika bir evliliği var, çok uzun yıllardır sürmekte olan. Bradley Smith(Greg Kinnear) ise, çok seven, romantik bir adam rolünde. Bradley'nin talihi pek gülmez ona aşktan yana, zira bir sevgilisi lezbiyen olmuş ve onu terketmiştir, sonraki sevgilisi de eski kocasına geri dönmüştür, bir başka sevgilisi de başka birisiyle evlenmek için Bradley'i terkeder. Nasıl üzücü durumlarla karşılaştığını az çok anlayabilirsiniz. Ve Harry Hoca bir gün Brad'e şunu söyler: "Brad, iyi güzel aşık oluyorsun, aşka zıplıyorsun, bu harika. Ama zıplarken gözlerini açık tutmalısın.*"<br /><br />Kitlenip kalmıştım bu sahnede. Üstüme alınmıştım. Ve hala uygulamadayım bunu. Daha, çok daha temkinli. <br /><br />Harry Hoca ile karısının arasında geçen bir konuşma:<br />"Ölümün nerde ne zaman geleceği belli olmuyor. Hepimiz bir gün öleceğiz.*" diyen Harry, karısından şu cevabı alıyor: "Evet, işte bu yüzden birbirimizi her gün daha çok sevmeliyiz."<br /><br /><br />*: tam olarak hatırlayamadığım alıntı replik.kovrinhttp://www.blogger.com/profile/03037219201135372142noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4465707535530855540.post-3047640308039153212010-03-30T13:26:00.000-07:002010-03-30T13:43:28.234-07:00İçerden Mırıldanmalar- FiyaskoÖyle veya böyle idare etmekteydim. Bir şekilde hayatımı idame ettiriyordum. Minik bir kurabiyem, tatlı bir kedim, bir peri'm, bir top böceğim, bir Eti Cin'im, bir papatya burunlu kuzum vardı. <br />Ve lanet olsun artık yok!<br /><br />İlk buluştuğumuz gün, bugün gibi hayalimde tezahür etmekte. Ziyadesiyle şaşakalmış, mütehassis olmuştum. Derinden etkilenmiştim o güzelim tebessümden. Nasıl bir eda takınacağıma hüküm veremeden vecde geldi hal-i ruhiyem ve buna mukabil kendimi toparlamaya başladım, serinkanlılığımı muhafaza ettim en kallavi direnişimle.<br />Cemalinde beni bahtiyar eden fevkalade birşeyler vardı. Alelade de gönlüm yandı.<br /><br />Ben yanmıştım, o yanmıştı, ve çıkmıştı karanlıklar aydınlığa; son derece iyiydim. Dedim ya, öyle ya da böyle nefes alıyordum. Her zamanki gibi. O varken de nefes alıp yaşıyordum, o yokken de nefes verip yaşıyordum. Maamafih, onunla birlikteyken nefes alıp vermek, harikulade bir deneyimdi nitekim.<br /><br /><br />Gitti. Bitti. Cevapsız sorular? Var mı cevapsız sorular? Elbette. Cevap var mı cevap? Yok. Ne yazık. Olsun sağlık. <br />Demesi kolay. Gönül mangal olmuş, yanıyor. Evimde kendi yatağımda yatamıyorum. Parfüm kullanmayan hatunumun şahsına münhasır o mis kokusu sarmaş dolaş olmuş odamla, halımla, battaniyemle, kitaplarımla, dolabımla, pijamalarımla. İki gün boyunca bir arkadaşımın misafiri oldum bu yüzden. Yapamadım. Yetmedi, şehir değiştirdim. Aklımdan/kalbimden çıkaramadım, beraberimde getirdim. En azından tebdil-i mekan ettim, ruhuma şifa vereceğini umarak... Gel gelelim... Ah! Kalbim acıyor... <br />Kalbim acıyor!kovrinhttp://www.blogger.com/profile/03037219201135372142noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4465707535530855540.post-11683234933012890912010-03-06T07:30:00.000-08:002010-03-06T07:54:14.523-08:00İçerden Mırıldanmalar - Sahte Ama Harika Bir DoğumgünüDeyecek çok fazla şey var aslında. Hangi birinden başlasam, nasıl anlatsam bilemiyorum ya, işte o koyuyor adama. Yoksa burdan bir koysam, sabahlara kadar yazsam da yazsam... Anlatsam cümle aleme, tutmadan içimde. Salıversem gitse duygularmış hislermiş düşüncelermiş ne varsa...<br /><br />Zil çaldı. Kapının zili. Karnımın/midemin değil yani, yanlış anlaşılmasın. Tamam, espirili anlatımı bırakıyorum ha burada. <br /><br />Kalktım, "Geldi benimki." dedim. Açtım kapıyı.<br />İki yıldız, hemen altında da yaklaşık 20 tane inci. Apartman koridorunun karanlığında ne de güzel parlıyorlar, Eti Browni'nin üzerine oturtulmuş minik bir mumdan aldıkları ışıkla. <br />Aklım hayalim durur, götüm tavana vurur. Hayretim şaşar, gözüm gönlüm göçer gider. Etme, eyleme sevdiceğim, kalpten 22sinde gideceğim!<br />"Kediler hiç konuşur mu?!" demeyin boşuna. Şahitlerim var!<br />"Şimdi, ben gel deyene kadar gelme." dedi. Olumsuz bir cevap verme şansım yok tabii ki. Çıktım odamdan bir süre sonra. Duvardaki notu gördüm, denileni yaptım, öteki notu buldum, ondan da ötekine, ordan berikine, berikinden şuradakine, buradakine, ve oradakine, köşede Kinder Sürpriz Yumurta buldum nihayetinde! <br />Gel de sevme şimdi...<br />Fırat efektli: "Allaam yareppim!"<br />İçiyoruz... Tak! Lan hangi ara getirdin o pastayı sen! Meyveli pasta sevmez miymişim ben? Hadi oradan! Delisi divanesiyim ülen! Benim evime, benim mutfağımdaki buzdolabıma nasıl ne zaman soktun ki sen o pastayı bir kere?! Perisin sen peri!<br />Sabah... Teşekkür ettim herşey için tekrar... "Giriş, gelişme, sonuç, final, hepsi harikaydı." dedim. "Final mi?" dedi, ve iki tane Coco Star attı önüme!<br />Varın gerisini siz düşünün.kovrinhttp://www.blogger.com/profile/03037219201135372142noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4465707535530855540.post-13301861663490557572010-02-22T04:46:00.000-08:002010-03-06T07:29:53.305-08:00İçerden Mırıldanmalar- Papatya BurunBildigin deli. Ne olacaktı ki başka? O kadar tatlı bir deli olamaz ama. Yok yani, insan değil bu. Şaka gibi yahu! Mıy mıy mıy bıdı bıdı bıdı cızır cızır ses çıkaran bu yaratık fena tavladı beni. <br /><br />F: Sakin ol evlat. Ağirdan al biraz, ürkütme ceylanı.<br />K: İyidir iyidir. Tam yol ileri Gürşi Reis!<br />Z: Senin ona tutunabilmen için onun senden başka bir dayanağı olmamalı...<br />G: Bana "Canım" dedi lan!<br /><br />O sarılma neydi oyle? Anam anam!<br />Dakika bir gol bir: Coco star'ı koydu masaya. <br />Dakika iki gol iki: Halley`i koydu masaya.<br />Dakika üç gol üç: Aylak Adam`ı çıkardı çantasından.<br />Dakika on gol otuz: ışık vurdu yüzüne bi yerden, gözlerini gördüm bunun yirmi santimetre öteden, "Ohaaa! Senin gözlerin bu kadar güzel miydi yaa!" dedim içimden.<br />De işte pek de içimden deyememişim, duydu. Güldük.<br /><br />Kokusuz, makyajsız, gösterişsiz... Bildiğin melek yahu!kovrinhttp://www.blogger.com/profile/03037219201135372142noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4465707535530855540.post-91430786063013027882010-01-01T14:29:00.001-08:002010-02-22T05:00:07.209-08:00İçerden Mırıldanmalar- Tanıtım<span class="Apple-style-span" style="color:#330099;"><span class="Apple-tab-span" style="white-space:pre"> </span>Bir gün daha geçmekte ömürden ve ben hala daha uyumadım. Yıllar geçi ömrümden ve ben hala uyanmadım. </span><div><span class="Apple-style-span" style="color:#330099;"><span class="Apple-tab-span" style="white-space:pre"> </span>Akıl, hıyar değildir Zebercet kardeş; bölüp de yarısını veremem kimseye, öyle değil mi Fahrettin? Haklısın abi. Doğru söylüyorsun. </span><div><span class="Apple-style-span" style="color:#330099;"><span class="Apple-tab-span" style="white-space:pre"> </span>Fahrettin, Zebercet ve Kovrin üçlüsü konuşuyorlar aralarında. Onlar konuşadursunlar, ben sana Haşmettin'imin derdini anlatayım. Yahu az sabret da ama, elbet anlatırım kim bu denyolar, biraz sakin olun da yaa. Of tamam be biliyorum umrunda bile değil. Aklından sormadın bile daha hala "Kim lan bunlar?" diye. Tamam. Neyse. Bak şimdi iyi dinle, bir kez anlatacağım. </span></div><div><span class="Apple-style-span" style="color:#330099;"><span class="Apple-tab-span" style="white-space:pre"> </span>Kovrin, Çehov'un "Kara Keşiş" adlı kısa hikayesindeki eleman.</span></div><div><span class="Apple-style-span" style="color:#330099;"><span class="Apple-tab-span" style="white-space:pre"> </span>Zebercet, Yusuf Atılgan'ın "Anayurt Oteli" adlı romanındaki eleman.</span></div><div><span class="Apple-style-span" style="color: rgb(51, 0, 153); "><span class="Apple-tab-span" style="white-space:pre"> </span>Fahrettin, Albert Camus'nün "Yabancı" adlı romanındaki Maupersault'un Türk vatandaşlığına geçtikten sonraki hali. </span></div><div><span class="Apple-style-span" style="color:#330099;"><span class="Apple-tab-span" style="white-space:pre"> </span>Haşmettin, 0.5mm uçlu Rotring marka kalemimin adı.</span></div><div><span class="Apple-style-span" style="color:#330099;"><span class="Apple-tab-span" style="white-space:pre"> </span>İzzettin, çantamda her daim bulunan kutup ayısı resmi kapaklı not defterimin adı. Odam, YoVille'deki evim, ve blogumun adı ise Anayurt Oteli. </span></div><div><span class="Apple-style-span" style="color:#330099;"><span class="Apple-tab-span" style="white-space:pre"> </span>Şimdilik bilinmesi gerekenler bunlar. Vakti zamanı geldikçe, yeni bildirimler verilir elbet.</span></div><div><span class="Apple-style-span" style="color:#330099;"><span class="Apple-tab-span" style="white-space:pre"> </span>Hürmetler efendim.</span></div></div>kovrinhttp://www.blogger.com/profile/03037219201135372142noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4465707535530855540.post-71591336610513153252009-12-31T17:36:00.000-08:002010-02-22T04:43:18.641-08:00İçerden Mırıldanmalar<span class="Apple-style-span" style="font-family:arial;color:#333399;"><b><span class="Apple-tab-span" style="white-space:pre"> </span>Kovrin yine kapatmıştı kendisini odasına. Mutlu muydu, yoksa mutsuz mu, bilmiyordu. Uzun zaman olmuştu kahkahalara boğulmayalı. İşte bunu şimdi farketti. Kendisini güldürecek bir şey bulamıyordu çoğu zaman, ve gülümsemelerle geçiştiriyordu gülünç durumları.</b></span><div><span class="Apple-style-span" style="font-family:arial;color:#333399;"><b><span class="Apple-tab-span" style="white-space:pre"> </span>Kitap okuyamıyor, film izleyemiyor uzun zamandır. Kovrin'in daha bir azimle, hırsla çalışması, kendini beslemesi gerekmez miydi? Kesinlikle. Nedeni ben, yazar, bile bilmiyorum. Nasıl bir anlatıcıysam... Her neyse. Konumuz bu değil şimdi. Ki zaten bilmediğim konusunda da yalan söylüyor olabilirim. </b></span></div><div><span class="Apple-style-span" style="font-family:arial;color:#333399;"><b><span class="Apple-tab-span" style="white-space:pre"> </span>Kovrin. Anton Çehov diye bir oyun/kısa hikaye yazarı var idi vakti zamanında Rusya'da; işte O'nun "Kara Keşiş" adlı hikayesindeki karakterin, kahramanın adı. Bunu kendime takma ad olarak atadım. O'nun gibi olmak istediğim için. Ha, olabiliyor muyum, tabii ki hayır. Olabilir miyim, bilemiyorum (bu sefer bilmediğim konusunda doğru söylüyorum). Olmayı çok isterdim ama. Yalan yok.</b></span></div><div><span class="Apple-style-span" style="font-family:arial;color:#333399;"><b><span class="Apple-tab-span" style="white-space:pre"> </span>Şimdi iki saat Kovrin kimdir nedir falan diye anlatmaya başlamayacağım. Çok merak eden varsa, az biraz zahmet etsin, bulup öğrensin. </b></span></div><div><span class="Apple-style-span" style="font-family:arial;color:#333399;"><b><span class="Apple-tab-span" style="white-space:pre"> </span>Bendeniz Kovrin, nam-ı diğer entel özentisi, bir cuma akşamında, öylece odasında otururken mal mal, işte bunları yazdım, ve sustum.</b></span></div><div><span class="Apple-style-span" style="font-family:arial;color:#333399;"><b><br /></b></span></div>kovrinhttp://www.blogger.com/profile/03037219201135372142noreply@blogger.com0