21 Mayıs 2010 Cuma

Sıkıntı

Mutlu geceler dileyerek başlamak istiyorum. Umarım tosur tosur uyuyorsundur. Kabus göremeyesin e mi? Sakin sakin uyuyasın.

"Saat sabahın dördü be adam, yat zıbar allasen!" düşüncesi, benim de kafamdan geçti, geçmedi değil, zira birşeyler anlatmalıyım kafam döndüğünce parmaklarım yetişebildiğince dedim kendimce, kendime, ve işte sen de zahmet edip okumaya başladın o güzelim(?) gözlerinle.

Çok teşekkür ederim beni aradığın için. Keyifli bir sohbet olduğunu söyleyebilirim. Kendini tanıtma çaban takdire şayandı. "Beni tanı Gürşah! Beni tanı! Yaklaş hele, ısırmayacağım bak bu sefer, ben çağırıyorum, gel hele bi, yaklaş yamacıma." der gibi bir edan vardı. Hoşuma kaçtı çok. Gerçekten.

Şu, karşı konulamayan bir gerçeğim ki, yalnızım. Ömrüm boyunca yalnızdım. Kardeşim yok bir kere! Baştan yalnız kalmışım ki ben! Ve şu Ekim !'den beri de bu evde, burada, Bornova'da yaşıyorum, odamda. Tek başıma. Ve canım çok sıkılıyor. Bir insanın istemeyeceği kadar uzun süre yalnız kaldım. Ve artık istemiyorum yalnız kalmak. Yalnızlıktan sıkıldım ben yahu! Ve bıktım sürekli birilerini evime çağırmaktan. Yeter yahu, on yüz bin milyon kere mi arayayım, mesaj atayım. Bu kadar çağırılsa, Paris Hilton(kamyon çeker 15-20 ton, gönlüm çeker Paris Hilton) gelir, beni makamımda(inimde, habitatımda, mağaramda) ziyaret eder be! Ama sağ olsun(!) arkadaşlar beni rahatsız etmiyorlar, çat kapı uğramıyorlar. O kadar da çevrem var halbuki. Hop, Çehov'a bağladık yine. Kalabalığın içinde yalnızlık hissi. Hop, köylerde yalnızlıkta, anlaşılamamaktan yakınan, bir şey de yapamayan, miskin aydın profili. Hop, Rus romanlarından fırlamış bir karakter misali -Sonbahar adlı film de ne harikaydı be arkadaş! "Sen şimdi en güzel yillarini, sosyalizim istedin diye içerde yattin?" diye bir sorusu vardı esas kızın(?)- otur oturduğun yerde, atıp tut kendi kendine.

Her düşündüğüm şeyi, aklımdan geçtiği haliyle, eşzamanlı olarak yazmasam, lafı uzatmayacağım sanırım. Maamafih, bunu beceremiyorum nitekim. Çehov dedim de, aklıma geldi. Ya Martı adlı oyunundaki gibi bir sonum olacak, tak, bitti gitti, hadi geçmiş(hayırlı) olsun, ya da Kara Keşiş kısa hikayesindeki gibi bir moda bağlayıp gideceğim öylece sürüklene sürüklene.

Bu kadar uzun yazmasam, seni de yormasam...
Az, öz olsa sözlerim, nefes almalarına imkan tanısam insanların?
Yapışmış oluyorum böyle olunca. Kimse de bana tutunmuyor tabi haliyle o zaman da. Yok yani, bu kadar uzun bir e-postanın ardından iki üç cümlelik bir cevap alacak olma düşüncesi var ya, işte bu beni çok hüzünlendiriyor.

Ve işte bu yüzdendir ki, susuyorum.
Sustum.

2 yorum:

  1. bu aslında benim yorumumu duymak istediğinden değil de, yoksa e-mail adresi benimkisine yakın filan olduğundan yanlışlıkla bana gönderdiğin e-mail mi? hani benim yanıt verdiğim ve senin de yanıtıma yanıt vereceğini söyleyip de yanıt vermediğin.

    YanıtlaSil